5 Nisan 2013 Cuma

Stalin Türk topraklarını nasıl savundu?


Ergenekon tertibiyle tutuklanan İstanbul Üniversitesi Araştırma Görevlisi Mehmet Perinçek, Silivri Cezaevi'nde yazdığı ve Aydınlık Gazetesi'nde yayınlanan makalede, Stalin'in Lenin'e yazdığı çok önemli bir mektuba yer verdi. Soğuk Savaş döneminde üretilen "Stalin Türkiye'den toprak talep etti" yalanını çürüten mektupta Stalin, Van, Muş ve Bitlis illerinin Ermenilere verilmesine karşı çıkıyor. İşte Mehmet Perinçek'in makalesinin tam metni:


İstiklâl Savaşı yıllarında Türkiye’ye gelen ilk Sovyet heyetinin başında, elçiliğin Birinci Sekreteri Yan Yanoviç Upmal (Angorskiy) bulunuyordu. Büyükelçi olarak atanan Ş. Z. Eliava hastalığı nedeniyle Rusya’da kalmıştı. İlk Sovyet elçilik heyeti, 4 Ekim 1920’de Ankara’ya varmıştır. 9 Kasım’da da Sovyet Büyükelçiliği törenle açılmıştır.

Upmal, Türkiye’de görev yaptığı dönemde birkaç kez Mustafa Kemal’le görüşmelerde de bulunmuştur. Atatürk’ün Sovyetler’le Görüşmeleri (Kaynak Yayınları) başlıklı kitabımda bu görüşmelerden 1 ve 24 Ocak 1921 tarihli iki tanesinin zabıtlarını ve ayrıntılarını yayımlamıştım. (Bkz. s.66 vd., 252 vd.)

Upmal’in başka raporlarında sözünü ettiği Mustafa Kemal’le yaptığı ilk görüşmelerin belgelerini bulamamıştım. O rapora da son Rusya’daki çalışmalarım sırasında ulaştım. Rapor, SBKP’nin eski Merkez Parti Arşivi olan Rusya Toplumsal Siyasal Tarih Devlet Arşivi’nde (RGASPİ) fond 5 liste 1 dosya 2158 yaprak 1-15 numaralarıyla kayıt altında bulunuyor. Bu belge, Upmal’in Türkiye’den gönderdiği ilk kapsamlı rapor. 8 Kasım 1920 tarihli ve “Gizli” ibaresi taşıyor. Ayrıca Dışişleri Halk Komiser Yardımcısı’na sunulmuş. İsim yazmamakla birlikte bu kişinin L. M. Karahan olduğunu söyleyebiliriz. 

Upmal, raporunda Türkiye’yle ilgili genel bilgi ve gözlemlerine yer verirken Mustafa Kemal’le yaptığı ilk görüşmeleri de aktarıyor. Bu haftaki köşemizde bu görüşmelerle ilgili kısımları sunacağız. Önümüzdeki hafta da rapordan başka ilginç ayrıntıları köşemize taşıyacağız.


Saltanatın kaldırılacağının sinyalleri

Upmal, “BMM Reisi Mustafa Kemal” başlığı altında şunları kaleme almış:
“Esasen en ilginci, hükümetin politikalarını büyük bir açıklıkla anlatan Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret oldu. O, bir yandan müttefiklerin Türkiye’nin içişlerine müdahalesine öfkelenen, diğer yandan asırlık gelenekler yüzünden sultana karşı açık bir mücadeleye girişemeyen farklı kesimlerden daha biçimlenmemiş Türk isyancıların, hareketin başlangıcında sadece bir grup insanın kahramanca çabalarıyla ilkbaharda bir araya geldiği zamanki durumu tasvir etti. Ankara hükümeti, gelecekte monarşik yönetim biçimine geçit verilmemesi gerektiğini çok iyi görüyor, ancak Anadolu hükümeti, halifeliğin (dini liderlik) temsilcisi de olan sultana duyulan ‘doğuştan sevgiyi’ hesaba katıp ve diğer taraftan sultana açık savaş ilan ederek gücünü bölmekten, itibarını sarsmaktan, kargaşalıklardan ve yeni karşıdevrimci girişimlerden çekinip ileride ona karşı fetva (suçlama içeren çağrı) vermek için şimdilik sultanın sadece maskesini indirecek ve onu küçük düşürecek olguları toplamakla yetiniyor.”

Upmal, “Mustafa Kemal Paşa’nın Kişiliği” ara başlığında ise monarşik despotizmden burjuva demokrasisine doğuya özgü geçiş döneminde Anadolu hareketinin liderinin oldukça orijinal bir figür olduğunu vurgular. Upmal’e göre Mustafa Kemal, bütün kusurlarıyla birlikte Türk devlet sistemini yansıtmaktadır.

Sovyet temsilcisinin ifadesiyle Mustafa Kemal, kesinlikle tüm aklını, enerjisini, gücünü, iradesini, yeteneğini kendisine şüpheyle yaklaşanları dahi görünür bir samimiyetle ikna etmeye adamıştır.

Upmal’e göre Mustafa Kemal, ikbâlperest bir kişiliğe sahiptir. Koyduğu hedefe ulaşmak için yapamayacağı şey yoktur. Bir görüşmede bilinen gururlanmasıyla güvenilir insanlar aracılığıyla farklı aydın çevrelerini yönlendirdiğini söylemiştir. Upmal’in “Halk Zümresi – Yeşil Ordu”ya nasıl yaklaştığı sorusu üzerine Mustafa Kemal, sesli bir şekilde gülerek onları zamanında aşırı sağ kanadı dengelemek için desteklediğini, ancak cesaretlerini toplayıp kendi başlarına hareket etmek istedikleri zaman dahiliye vekilliğine liderleri Nazım Bey’in atanmasını talep ettiklerini, Nazım Bey’in de onlara karşı keskin bir mücadele yürüttüğünü ve örgütünü tamamen dağıttığını, artık böyle bir örgütlenmenin bulunmadığını söylemiştir. 


Mustafa Kemal'in eleştirileri
Upmal, yaptığı görüşmeler üzerinden Mustafa Kemal’in “Dış Politika”yla ilgili görüşlerini de aktarır. Mustafa Kemal, Anadolu’nun bağımsız politikasının ilk günlerinden beri Moskova’nın belirgin soğukluğuna işaret etmekte ve şunları söylemektedir:

“Sovyet Rusya açısından açık olmalıdır ki, Doğu’daki ulusal kurtuluş savaşlarının kaderi, oluşan durumda tüm Müslüman Doğu’yu emperyalizme karşı mücadelede birleştirebilecek tek [güç] olan bugünkü Anadolu’ya sıkıca bağlıdır. Ancak mücadeleyi yönetebilmek için ilk başta Anadolu’daki hareketin kendisinin zafer kazanması lazımdır. Bunun için iki devlet arasında en sıkı temas zorunludur. Kafkaslar’dan (Ermenistan) geçen yol, kesinlikle açık olmalıdır, ancak o zaman şuan yaşamakta olduğumuz bu korkunç kopukluğa yer olmayacaktır. O sıcak sempatinin, son dönemde tüm Türk halkını iyice sarmış olan kardeşlik duygusunun hayal kırıklığına, gerçek bir birleşmeye giden yolun önüne çıkan nesnel veya öznel engellerden kaynaklanan yanlış anlamalara dönüştüğünü oldukça acı duyarak ifade etmek zorunda kaldı. Daha 4-6 ay önce yolun açılması, Sovyet Rusya tarafından söz verilmişti. Herkes sabırsızca bunun gerçekleşeceği günü bekledi. Ancak yol, o zamandan beri yok. Bu yönde bir çalışmanın izi de görünmüyor. Tam tersine aradaki bağ gittikçe daha sorunlu hale geliyor. 

Şahtahtı-Nahcivan-Culfa demiryolu hattının Ermenistan’ın tam kontrolü altına verilmesi, paradoksal bir şekilde kendi önüne ciddi bir set kurmak eğilimi dışında neyle açıklanabilir. Diyelim ki Ermenistan, iki tarafla da uzlaşmak istemiyor, o zaman onu bunu yapmaya zorlamak lazım, Doğu’daki devrimin çıkarları kesinlikle bunu gerektiriyor. Ancak Sovyet Rusya, belirli kişilerin etkisi yüzünden bunu yapmak istemiyor ve bütün bunlara, bazen Taşnakların küstah çıkışlarına sessiz kalıyor. İttifak, bu şekilde hayal olur. Neyle açıklanabilir, bilemiyorum; korkarım ki, böyle bir taktikte mantık bulmak da zor.

Sovyet Rusya, Batı emperyalizmine karşı savaşta bizi destekleyecek güçte değildir veya bunu istemiyor olabilir. 


Türk-Sovyet ittifakı ve Doğu devrimi
Bunun kendi ilkeleri ve fikirleriyle çeliştiğini söylemiyorum bile. Böylece sırf şekli pratik bir bakış açısına göre de büyük bir siyasi hata yapıyor. Eğer ki Ankara hükümeti kendi kaderine terk edilir ve eşit olmayan bir savaşta ezilirse, bundan da herkesten önce Rusya’nın kendisi zarar görür, çünkü muhakkak müttefiklerin ısrarıyla İstanbul hükümeti, 200.000 kişilik Anadolu ordusuyla ona karşı yeni bir cephe açacaktır. Her zaman samimi bir şekilde en yakın dostun olmayı isteyen kesimlerden kendine düşman kazanmak çok büyük bir hata olur.

Belki yüzeysel bir bakış açısıyla tüm bu Ermeni meselesi birincil öneme sahip değilmiş, teferruatmış gibi gözükebilir, ancak bu vaziyette oldukça mühimdir, öyle ki Ankara hükümeti, maddi ve manevi olarak bir tek bu ittifakı beklemektedir. Türk halkı, ittifak istiyor ve bu, vekillerin işi, halk onlara şimdi daha güvenle yaklaşıyor. Rusya politikasında başarısızlık, Ankara hükümetinin geniş halk kitleleri içindeki etkisini çok zayıflatır ve aynı zamanda gerici unsurların durumunu güçlendirir.

Hatta şuan otoritemizin sarsılmasından çekinerek belirli genel bir hayal kırıklığına yol açmamak için görüşmeler sürecindeki başarısızlığımızı halktan saklamayı tercih ediyoruz.

Ancak Sovyet Rusya’nın kendi ilkelerini çiğneyeceğini sanmıyoruz, bu da bize umut veriyor ve bu Ermeni-toprak meselesinin bir yanlış anlamadan doğduğu, Moskova’nın Dışişleri Halk Komiserliği’nin Ermenilerin her zaman azınlık olduğu Bitlis, Van ve Muş bölgelerindeki durumla ilgili iyi bilgilendirilmediği düşüncesinden emin olmamızı sağlıyor. Bu yanlış anlama, açıklığa kavuşturulmak zorunda ve [o zaman] ortadan kaybolacaktır. İki devlet arasında ittifak imzalanmalıdır, çünkü bunu Doğu devrimi davası gerektirmektedir.”

'Ben, samimi bir Komünistim'
Upmal, raporunda “Sovyet Rusya’yla Antlaşma” ara başlığı altında Yusuf Kemal Bey’in Rusya’dan dönmesinden sonra hükümet üyeleriyle 22 Ekim’de resmi yemekte ikinci bir buluşma gerçekleştiğini ifade etmektedir. Yusuf Kemal’in Moskova’da kaldığı sürede oldukça sola kaydığını belirten Upmal, Mustafa Kemal Paşa’nın Ahmet Muhtar Bey’le birlikte önceki fikirleri bir farkla tekrar ettiklerini yazar. Antlaşma şartlarıyla ilgili başarısızlığa bağlı olarak otoritelerinin zayıflamasıyla daha alttan alan ve ricacı bir tonla konuşmuşlardır.

Yemek ve içkinin etkisiyle coşkulanan Mustafa Kemal, Upmal’e büyük bir açıklıkla hükümetin sağlam durduğunu anlatmıştır.

“Taleplerimiz” ara başlığı altında Upmal, antlaşma görüşmeleri sırasında Moskova’nın toprak talepleriyle ilgili olarak Ankara hükümetinin ne kadar zor bir duruma düştüğünü Mustafa Kemal’in şu sözlerinin karakterize ettiğini belirtir:

“Topraklarımızın koparılması dışında her şey uygundur. Ben, samimi bir komünistim. Moskova, ne gerekiyorsa söylesin, ben hepsini yaparım. Eğer benim hükümetten ayrılmamı gerekli görüyorsanız ve eğer daha iyi başka birisi varsa, ben hemen ayrılırım. Benim amacım sıradan halkı, işçi temsilcilerini yerime hazırlamak ve ardından da bir daire başkanlığı gibi mütevazı bir mevkie sahip olarak bizzat halkın bu temsilcisine raporlar sunarak onlara devlet başkanlığı görevini bırakabileceğim anı bekliyorum.”

“Tekrar TKP’nin (Türkiye Komünist Partisi-MP) Yasallaşması Hakkında” ara başlığı altında Upmal’le Mustafa Kemal’in diyalogları aktarılmıştır. Upmal, TKP’nin yeraltında faaliyet yürütmek zorunda kalmasının Sovyet Rusya’da hoş bir izlenim bırakmadığını belirtmiştir. Buna karşılık Upmal’in sorusu üzerine Mustafa Kemal, “Demek ki siz Türkiye Komünist Partisi’ne burada izin verilmesini istiyorsunuz.” diyecektir. Upmal’in bunun Ankara hükümetinin tek sadık müttefiki ve bütün devrimci faaliyet ve adımlarının destekçisi olarak bizzat Mustafa Kemal’in otoritesinin pekişmesi için gerektiği cevabı üzerine Mustafa Kemal, şunu ifade eder: “İyi, üç gün içinde Büyük Millet Meclisi’nden uygun kanunu geçireceğim.” Bunun ardından Upmal’e sadece kendi ifadesiyle parlak cümlelerle teşekkür etmek kalmıştır.

Ertesi gün gazetelerde Türkiye Komünist Partisi’nin tüzüğü yayımlanmıştır, ardından da programı çıkacaktır. Mustafa Kemal, kendi yakın çevresine yeni bir Türkiye Komünist Partisi kurdurtmuştur. 

Haftaya: Upmal’in raporundan diğer ayrıntılar… Anadolu’da ticaret, sanayi ve köylülük… Anadolu hareketinin fikirsel yanı… Muhacirler… Ermeniler, Rumlar ve Kürtler… Kilikya’daki gelişmeler… Meclis ve siyasi hayat…


UPMAL’İN ŞİFRELİ TELGRAFI

Upmal, bu rapordan kısa bir süre önce 18 Ekim 1920’de Ankara’dan Çiçerin’e gönderdiği şifreli telgrafta Moskova’nın Ermeniler adına toprak talebinin TBMM’de yarattığı tepkiyi aktarmıştır. Yusuf Kemal’in Moskova’dan dönüşüyle konu Meclis’in kapalı oturumunda tartışılmış ve Van, Bitlis’le Muş’un Ermenilere verilmesi talebi büyük protestolara yol açmıştır. 

Upmal’in ifadesiyle ortaya çıkan eğilim ilişkileri koparma noktasına gelince Kemal Paşa, antlaşmanın oylamasına geçmeden oturumu kapatmıştır. Upmal’in anlatımıyla gericiler, Ankara’nın diplomasisinin başarısızlığını kullanmakta ve Sovyet Rusya’ya karşı propaganda da yapmaktadır. 

Hükümetin itibarı sarsılmıştır, hatta Kemal Paşa’nın ifadesiyle silinip gitme riskiyle karşı karşıyadır. Upmal, telgrafında fazladan düşman kazanabilecekleri ve tüm Müslüman Doğu’yu kendilerine karşı ayaklandırabilecekleri uyarısında da bulunur. Başka dost ve devrimci bir güç de bulunmamaktadır.

Upmal, Kemal Paşa’nın kişisel görüşmelerinde şunları söylediğini de aktarır: “Ne lazımsa, hepsi kabul, sadece toprağımıza tecavüz olmaz.” Upmal’e göre milli duyguların Batı tarafından ağır bir şekilde rencide edildiği bir dönemde, bu toprak meselesinin Türkler tarafından kabul görmesi mümkün değildir. Upmal’in son cümleleri şöyle olur:

“Benim görüşüm: Van-Bitlis-Muş hakkındaki meselenin başarısız bir çözümü, Türkiye’yle önümüzdeki karşılıklı ilişkilerimizde belirleyici olacaktır ve Doğu’daki devrimci hareketi frenleyecektir. Küçük meselede geri adım atıp büyükte kazanmak daha iyi değil mi?” (RGASPİ fond 5 liste 1 dosya 2203 yaprak 3.)


İSTENMEYEN ADAM İLAN EDİLDİ

Letonya asıllı Upmal’in Türkiye’de görev yaptığı dönemdeki çiğ davranışları ve diplomatik alanın dışına çıkan faaliyetleri Ankara hükümeti tarafından istenmeyen adam ilan edilmesine yol açmıştır. Özellikle Türkiye’nin içişlerine karışan tutumu büyük eleştiri konusu olacaktır. Bu noktadan Upmal’e sert eleştiriler Sovyet yönetimi tarafından da gelmiştir. 

Sovyet Dışişleri Halk Komiseri (Bakanı) Çiçerin, Maliye Halk Komiseri ve Politbüro üyesi Krestinskiy’e gönderdiği 1 Mart 1921 tarihli mektupta Upmal’in çalışmalarının sonuçlarından duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş ve Moskova’yla Ankara arasındaki ilişkilerin seviyesine kesinlikle uygun olmadığını belirtmiştir. Hatta dikkatsiz hareketleri ve açıklamalarıyla ilişkilerin soğumasına sebep olmuştur. (RGASPİ fond 5 liste 2 dosya 315 yaprak 20.)

Frunze de Türkiye’ye geldiğinde Mustafa Kemal’e “Upmal gibi bazı arkadaşların Doğu’ya yönelik beceriksiz tutumlarına karşı koyduklarını” söyleyecektir. Aralov ise Komintern’e gönderdiği bir raporda Upmal’in hatalı olduğunu ve bu tür davranışlar ile hem kendilerini aldattıklarını, hem de diplomatik çalışmalarını zorlaştırdıklarını yazacaktır. (Bkz. Mehmet Perinçek, Atatürk’ün Sovyetler’le Görüşmeleri, s.85.)

Sonuç olarak Upmal deneyiminin ardından Türkiye’ye gönderilen Frunze, Aralov gibi Sovyet yetkililerin tutum ve davranışlarında ciddi farklılıklar yaşanacak ve bu da Türk-Sovyet ilişkilerine olumlu yönde yansıyacaktır.


KAFKAS SEDDİ VE ERMENİ MESELESİ

Mustafa Kemal-Upmal görüşmelerini daha iyi anlamak için yaşanan süreçle ilgili bazı genel bilgiler vermek faydalı olacaktır. I. Dünya Savaşı’nın ardından oluşan otorite boşluğuyla Güney Kafkasya’da İngiliz güdümünde “bağımsız” devletler kurulmuştur. Atatürk’ün Sovyetler’le devrimci Türkiye arasındaki 'Kafkas Seddi' olarak tanımladığı bu oluşumların başında Taşnak Ermenistanı geliyordu. 

Hem Anadolu hareketinin başarıya ulaşması hem de Sovyet devriminin yaşaması için bu seddin kesin olarak ortadan kaldırılması ve iki devrimci ülke arasında sınır birliğinin sağlanması gerekiyordu. Bununla ilgili önemli adımlardan biri, görüşmede de bahsi geçen Yusuf Kemal’in de aralarında bulunduğu Türk heyetinin Moskova ziyareti olmuştu. Ancak özellikle daha Batıcı bir çizgi izleyen Çiçerin’in başında bulunduğu ekip, Ermeni meselesi konusunda Türk tezleriyle çelişen bir tutum sergiledi. 

Süreç içinde dönemin Türk yetkililerinin de açıklıkla ifade ettiği gibi Lenin ve Stalin’in Çiçerin’i sert bir şekilde eleştiren müdahaleleri sonucunda Ermeni meselesi iki ülke arasında çözüme kavuşturuldu. Hatta Türk ve Sovyet orduları, ortak harekâtlar yaparak Taşnak Ermenistanı’nı yıkarak ülkede Sovyet iktidarının kurulmasını sağladı.


“EMPERYALİST, APTALCA VE PROVOKATÖRCE BİR TALEP”

Stalin, 12 Şubat 1921 tarihinde el yazısıyla Lenin’e gönderdiği notta şunları yazıyordu:

“Lenin Yoldaş, ben, yalnız dün öğrendim ki, Çiçerin, ne hikmetse Türklere aptalca ve provokatörce bir talep ileterek, Türk nüfusun çoğunlukta olduğu Türkiye vilayetleri Van, Muş ve Bitlis’i boşaltmalarını istemiştir. Bu emperyalist Ermeni talebi bizim talebimiz olamaz. Çiçerin’in milliyetçi ruhlu Ermeni telkinleri doğrultusunda Türklere nota göndermesini yasaklamak gerekir.” (Bkz. Mehmet Perinçek, Rus Devlet Arşivlerinden 150 Belgede Ermeni Meselesi, Kırmızı Kedi Yayınevi, s.306)

ulusalkanal.com.tr